Aladağ’ın Kız Çocukları

(24 Ekim 2017, Özlem Dündar – SHD Adana) 

Aladağ’da kız çocuğu olmak yoksulluğa, doğaya, yollara, karanlığa karşı amansız bir savaş vermektir. Aynı zamanda kadınlara dayatılan yaşam tarzına, eğitim hakkından ve insanca yaşam hakkından mahrum bırakılmaya karşı aileleriyle birlikte yürütmek zorunda kaldıkları zorlu bir mücadeledir.

Hastane odası evinden daha konforludur mesela. Kendisine ait bir odası, yatağı ve istediği kanalı izleyebileceği bir televizyonu vardır. Tuvaleti ve banyosu içeridedir, istediği zaman sıcak suya ulaşabilmektedir. Yemekleri bazen kötü de olsa günde 3 öğündür ve odalarına kadar gelir. Öğretmen hastaneye gelir, eğitimlerine sıcak hastane odasında 3 kişiyle devam ederler. Babaları yanlarındadır ve belki de hayatları boyunca hiç görmedikleri kadar ilgi görürler, sevgi görürler.

Hediyeler gelir başlarına gelen felaketten dolayı, tabletleri olur internete girebilirler, bol bol selfie çekerler yaşıtları gibi. Cemaatten sürekli ziyaretlerine gelirler “onlar” diye bahsederler, kim olduklarını anmak bile istemezler, çok korkarlar. Odaya giren her ziyaretçiden korkarlar belki ama babaları yanlarındadır, güvendedirler. Kimi getirir para bırakır, kimi giysi verip fotoğraf çektirir, utanırlar sıkılırlar, merak edip açmazlar bile. Çok iyi bilirler bunların ne anlama geldiğini belki de kırılırlar..

Bir de yolumuzu gözlerler, biz de onlarla hastane odası sohbetlerini özleriz. Sıkı pazarlık yaparlar, hesap sorarlar “ne zaman geleceksiniz, kaç saat kalacaksınız, gece burada kalın, Ömer abi de gelecek mi, bu hafta gelmediniz, gezmeye gitmeyecek miyiz…”

Hastane odası konforludur evlerine göre, sessizdir, yurt gibi kalabalık değildir ve babaları yanlarındadır. İstediklerini giyebilirler, başlarını örtmek zorunda değillerdir, istediği kitabı okuyabilir, istemese okumayabilir, aç kalmazlar. En çok da cips yerler, bir süre sonra anlaşılır ki yurtta cips yemeleri yasaktır, günahtır. Köyde zaten bakkal yoktur.

Adana’yı merak ederler, “her yerde büyük büyük binalar varmış doğru mu” diye sorarlar, lunaparkı merak ederler, “çarpışan arabalar en güzeli bence” diye yorum yaparlar, hangi yılda yaşadığınızı düşünürsünüz bir an. Adana’yı kaldıkları hastane kadar görenler “ben Adana’yı biliyorum” der.

Okumaları gerektiğini bilirler, şehirde yaşamak isterler, köyde sıkılırlar, köye hiç ama hiç dönmek istemezler. Gezip dolaşacakları, arkadaşlarıyla birlikte vakit geçirebilecekleri, bir araya gelebilecekleri yerleri yoktur. Evleri ancak kendilerine yetecek kadardır ve bir kısmı köyden çok uzakta tepelerde, çukurlarda tek başına evlerdir. Anneleriyle aynı kaderi yaşamak istemezler; küçük yaşta evlenip kocalarını iş varsa madene, çocuklarını ilçeye yatılı okumaya gönderip bir başına evde oturmaya mecbur kalmak istemezler, anneleri de istemez. Her zaman köyde öğretmen olmaz, bazen okulun çatısı çöker, kışın uzun süre elektrikleri kesilir Köprücük’te. Köyde evlerinden çıkamazlar, çıktıklarında da çobanlık, varsa bağ-bahçe işi, kardeşlerine bakmak veya ev işleri yapmak zorundadırlar.

Yatılı okumak zorundadırlar lise tercihlerini buna göre yaparlar; “yurdu olan okul” Yurdu yoksa ?

En çok hemşire olmak isterler çünkü yatılı okuyabilirler, kısa sürede para kazanmaya başlayabilirler, en azimlisi öğretmen olmak ister! Neden başka meslek değil sorusuna gülerek cevap verirler imkansızmış gibi.

Aylar sonra “o geceden” bahsederler, birden anlatmaya başlarlar, yüreğiniz sıkışır. İlk kim atladı 3. kattan, nasıl atladılar, öncesinde neler oldu, nasıl eğitimlere zorlandıklarını, başlarını örtmeden, uzun etek giymeden yurttan çıkamadıklarını, başını örtmeyenlere nasıl ayrım yapıldığını, erkek yurdunda etüt verildiğini kız yurdunda verilmediğini, “zaten okuyup ne yapacaksınız, hoca olun” tavsiyelerini, yurdun temizlik işlerini, belletmenlerin mutfağının ne kadar dolu kendilerinin mutfağının ne kadar boş olduğunu, hafta sonları 2 öğün yemek verdiklerini, …Yanan yurtlarını görmek isterler (o zamanlar yıkılmamıştı henüz) merak ederler, düştükleri yeri görmek isterler, kırılan dişlerini bahçede aramak ister biri, diğeri çantasını almak ister içinde gofretleri de vardır, bir diğeri yurtta kalan kıyafetlerini bulmak ister. Hepsi çok kıymetlidir.

Köyde çok sıkılırlar.. Köye kimse gelmez, kendilerinin bile gitmek istemediği köye niye gelsinler ki? Yolları kötüdür, uzaktır, arabalar çıkmaz o yolları, köyde bir şey yoktur. Bu yüzden “yaz okulu yapacağınızı duymuştuk ama inanmamıştık” derler çocuk saflığıyla. Belki de ilk kez köydeki en keyifli 4 günlerini geçirmişlerdir. İstanbul’dan, İskenderun’dan, Adana’dan birilerinin geldiği, sabahları yaz okulu servisinin peşinden koşan, evden erkenden çıkıp akşam eve dönmek istemeyen çocukların köyü olmuştur bir anda. 4 günlüğüne de olsa köyün bütün çocuklarının bir arada resim yaptığı, müzik dinlediği, boyama, drama yaptığı, birlikte yemek yediği, oyunlar oynadığı, paylaşmanın, üretimin yaşandığı başka bir köy olmuştur “kimsenin gelmediği köyler”

Yaralı kurtulan gençlerin “moralimiz düzeldi” dediği günleri de yaşamışlardır.

 

Özlem Dündar