SHD Yürütme Kurulu Üyesi ve Barınma Hakkı Meclisleri Sözcüsü Korkmaz Aslan, Evrensel Gazetesine yazdığı yazıda Barınma Hakkı ve Mücadelesini örnekleriyle anlatıyor.

Kent, emeğin yeniden üretildiği, toplumsal ilişkilerin kurulduğu ve ortak belleğin biçimlendiği bir yaşam alanıyken, mahalleler ve konutlar ise emekçiler açısından yalnızca barındıkları yerler değil; yaşamın sürdürülebilirliğini mümkün kılan toplumsal mekanlardır. Bu nedenle barınma hakkı, yalnızca bir evde barınabilme meselesi değil, emeğin ekonomik ve toplumsal yeniden üretimini emekçiler lehine güvence altına alan bir hak mücadelesidir.
Türkiye’de, kamuoyunda afet yasası diye bilinen 6306 sayılı Yasa ile belirlenen “kentsel dönüşüm” politikaları, sermaye birikim rejiminin biricik mekansal aracına dönüştü. Kentsel toprakların değeri sermaye açısından hızla artarken, emekçiler için yaşanabilir kent fikri giderek uzaklaştı. Şehrin farklı bölgelerinde yükselen gökdelenler ve lüks konut projeleri, bu çelişkinin somut ifadesi haline geldi; emekçiler, deprem riski ve zorunlu tahliye tehdidi altında yaşamaya zorlanıyor. Bu tablo, kentsel mekanı sınıf mücadelesinin en görünür sahnelerinden biri haline getirmekte; barınma hakkı mücadelesini de stratejik bir sınıf mücadelesi alanına dönüştürmektedir.
Barınma hakkı mücadelesi, halkın özneleştiği ve siyasallaştığı bir süreç olarak örgütlenmediği sürece kısmi kazanımlar bile elde etmek imkansızlaşacaktır. Bu nedenle mahalle dinamiklerine, örgütlenme biçimlerine ve kullanılacak araçlara bu bakış açısıyla yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü barınma hakkını savunmak, yalnızca mevcut evleri korumak değil; emekçilerin kendi gücüne dayanarak, mahalle meclislerini ve öz örgütlenmelerini inşa etmesi anlamına gelir. Bugün mahallelerde ortaya çıkan direnişler yalnızca neoliberal kent rejimine karşı bir savunma değil; aynı zamanda geleceğin eşit ve özgür kentlerinin nasıl kurulabileceğine dair ipuçlarını da barındırmaktadır.
Ne var ki barınma hakkı mücadelesini sınıfsal bir perspektifle yaşam alanlarını savunmak yerine, ‘Kaçınılmaz olanı kabullenelim ve cesedi pahalıya satarak ranta ortak olalım’ anlayışıyla hareket eden bir takım faaliyetler ise Fatih Sulukule ve Beyoğlu Fetihtepe örneklerinde olduğu gibi; kooperatif, mahalle birlikleri ya da dernek gibi araçları daha saldırının en başında sermaye ile uzlaşma amacıyla hızlıca kurmakta ve devamında uzlaşma zeminine hapsolarak yozlaşmakta ve sermaye karşısında yenilerek halkın politik bilincini daha da zayıflatmaktadır.
Öz örgütlenmenin gücü: Barınma hakkı meclisleri
Bugüne dek edinilen deneyimler, barınma hakkı mücadelesinin en güçlü damarının, ‘barınma hakkı meclisleri’ gibi halkın kendi öz örgütlenmeleri ile oluşturulduğunu göstermektedir. Bu örgütlenmeler, herhangi bir siyasal yapıya doğrudan bağlı olmadan, ancak onlarla dayanışma içinde gelişmiş; esas olarak halkın kendi iradesiyle meclislerini kurduğu, kararlarını aldığı ve kendi hakkı için fiilen mücadele ettiği süreçler olmuştur.
Halkın öncülüğünde kurulan bu öz örgütlenmeler, sınıfsal bir yaklaşımla şekillendiğinde hem direnişin sürekliliğini sağlamış hem de kazanım elde etmenin koşullarını yaratmıştır. Buna karşın, politik konumlanışları farklı olsa da dar grup çıkarlarını halkın mücadelesinin önüne koyan “siyasetler platformu” tarzı yapılar, mahallelerdeki öz örgütlenme kapasitesini baskılamış; karar süreçlerini yerelden kopararak halkın söz, yetki ve karar aşamalarında yer alarak politikleşebileceği örgütlenmeler zeminini zayıflatmışlardır. Buna en son örnek İstanbul Ümraniye Topağacı Mahallesi’nde yaşanmıştır. Yaklaşık 2 senedir sermayenin saldırıları karşısında mahalleli direnmeye çalışırken mahalledeki olası direniş potansiyeli “Ranta ortak olma” hayali nedeniyle heba edildikten hemen sonra Ümraniye Topağacı Mahallesi’ne dayanışma amacıyla giden bazı sosyalist yapıların, mücadelenin ve halkın ortak ihtiyaçlarını önceleyememeleri nedeniyle halkın halihazırdaki sürdürülebilir direniş potansiyeli değerlendirilememiş, tepkiler sönümlenmiş ve sermayenin ve yereldeki iş birlikçi çıkar gruplarının mahallede yeniden ve daha güçlü bir şekilde hakimiyet kurmasıyla süreç sona ermiştir.
Ankara Dikmen Vadisi’nde yıllar süren barınma hakkı mücadelesi ve bu süreçte kurulan Dikmen Barınma Hakkı Bürosu, bir dönem bu mücadelenin en ileri deneyimlerinden biri oldu. AKP iktidarının yıkım tehditlerine karşı oluşturulan mahalle meclisleri, hukuki mücadeleyi sokaktaki direnişle birleştirerek uzun soluklu bir savunma hattı kurabildi. Sözün doğrudan vadide yaşayan halktan çıkması, bu mücadelenin bir konut talebinin ötesine geçerek örgütlenmenin en yalın ve öğretici biçimlerinden biri olarak tarihe geçmesini sağladı. Çok uzun süre bu şekilde süren Dikmen Vadisi mücadelesi de yalnızlaştığı ölçüde diğerlerini andırır görüntülere sahne oldu.
2013 sonrasında 1/3’ü “riskli alan” ilan edilmiş olan Gaziosmanpaşa’da, Dikmen Vadisi’ndeki hak mücadelesini ve oradaki modeli örnek alarak kurulan Gaziosmanpaşa Barınma Hakkı Meclisi, mahallelerde halkın kendi karar mekanizmalarını kurarak; hukuk alanında verilen mücadelede de mevzuatın sınırlarına hapsolmadı. Meclis, kamucu bir bakış açısıyla yüzlerce davanın açılmasını sağladı. Sokak sokak barınma hakkı mücadelesini ilçenin birçok mahallesine taşıdı. Belediye ile yapılacak sözleşmelere Yenidoğan Mahallesi’nde doğrudan müdahale etti ve ülkede ilk defa bakanlık ve belediyenin sözleşmesi, mücadele ile eş zamanlı sürdürülen müzakereler sonucunda değiştirildi. Böylece ilçedeki “Ranta ortak olma” çizgisi mahkum edilerek barınma hakkı mücadelesinin seyri değişti. Yedi yılı aşan bu mücadele sonucunda hem bakanlık hem de dönemin belediye başkanı geri adım atarak moloz yığınına çevirmeyi başaramadıkları riskli alan bölgelerinin yarısından çekilmek zorunda kaldı.
Kanal İstanbul güzergahında yer alan Şahintepe Mahallesi’nde ise 2022 yılının başlarında başlayan barınma hakkı mücadelesi, yalnızca barınma talebiyle sınırlı kalmadı; Kanal İstanbul projesine karşı direniş ve Sazlıbosna Su Havzası’nın imara açılarak yeni yapılaşma baskısına karşı ekolojik bir savunu hattına dönüştü. Şahintepe Barınma Hakkı Meclisinin sınıfsal bir yaklaşımla yürüttüğü direniş, yalnızca bir evin değil, kentin kamusal alanlarının da savunusudur. Barınma hakkı ile ekoloji mücadelesi, Şahintepe’de iç içe geçerek her iki alanın tahribatına karşı ortak mücadeleye dönüşmüştür. Bu yıkımlar en çok emekçilerin yaşamını etkilemektedir. Dört yılı aşkın süredir direnen Şahintepeliler, bugün Sazlıbosna’da inşaat sürdüren TOKİ’nin ve Kanal İstanbul proje güzergahında otoyol ve köprü inşa eden bakanlığın, yarın kendi evlerini de yıkmak isteyeceğini bilmekte; bu nedenle Kanal İstanbul projesine karşı ördükleri direniş hattını hem su havzasını hem de kendi yaşamlarını korumanın bir parçası olarak sürdürmektedir.
Birikimden geleceğe hak mücadelesi siyaseti
Barınma hakkı mücadelesi, yıkımlara karşı emeğin yeniden üretim alanlarını savunarak, mahalle ölçeğinde yerelde siyaset yapabilme olanaklarının oluşmasını ve yerel dayanışma ağlarının inşa edilmesini sağlamaktadır. Diğer yandan da bu süreçte halkın söz, yetki ve karar hakkını kullanabileceği mekanizmaların kurulmasını kolaylaştırmaktadır. Emekçilerin barınma hakkını sahiplenme deneyimleri, farklı toplumsal dinamikleri de harekete geçirip iş yeri direnişleriyle birleştiğinde sınıf bilincinin yayılmasına ve örgütlenme kapasitesinin güçlenmesine zemin hazırlar.
Bu mücadelenin en canlı dinamiklerinden birini kadınlar oluşturur. Tarihsel olarak en yoğun emeği verdikleri yaşam alanlarında -evlerde, mahallelerde, ortak mekanlarda- özneleşen kadınlar, dayanışma ağlarını kurarak ve sürdürerek mücadeleye süreklilik kazandırırlar. Kadınlar yalnızca evlerini savunmakla kalmaz; mahallede kolektif karar alma süreçlerine katılarak dayanışma biçimlerini çeşitlendirir, sosyal ve politik yaşamın yeniden üretimine etkin biçimde katkı sunarlar. Yeniden üretim alanlarını savunma pratiği içinde iktidara karşı direnme deneyimi edinen kadınlar, aynı zamanda tüm tahakküm biçimlerine karşı koyma yetilerini de geliştirirler.
Barınma hakkı mücadeleleri sürekliliğini koruyarak, sermaye ile devletin artan baskılarına rağmen, biriken deneyim ve kolektif örgütlenme gücü sayesinde sınıf siyasetinin gelişmesi için verimli bir zemin yaratma potansiyelini korumaktadır.
Yıllar içinde biriken bu deneyim, mücadelenin yönünü daha da netleştirmiş, rezerv alan kararları ve artan yıkım tehditleri karşısında yol gösterici bir birikim oluşturmuştur. Bu bakış açısıyla ilerleyen dönemlerde yükselen kiralara karşı mücadele gibi yeni kanallar da barınma hakkı mücadelesini genişletebilir. Avrupa’da bunun örnekleri mevcut. Bütün bu birikimlerden hareketle önümüzdeki dönemde, emeğin yeniden üretim alanlarını, üretim alanlarıyla birlikte sahiplenmek; barınma hakkı mücadelesini neoliberal kent politikalarına karşı güncel bir sınıf hattı olarak konumlandırmak ve dönemin ihtiyaçlarını gözeten temel bir mücadele ekseni haline getirmek, sınıf mücadelesinin derinleşmesi ve kalıcılığı açısından zorunludur.
* Barınma Hakkı Meclisleri Sözcüsü
Leave a Reply