Prof. Dr. Kayıhan Pala ile Pandemi Söyleşileri Bölüm 1: Aşı Anlaşmaları ve Aşılama Programı

Temel bir insan hakkı olarak sağlık hakkının ayrılmaz bir parçası olan aşıyı, Türkiye’nin aşı stratejisini ve aşı başta olmak üzere sağlık ürünlerinin ve hizmetlerinin günümüz kapitalist üretim ilişkilerindeki yerini Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala ile ele aldık.

Söyleşimizin tamamını, aşağıdan dinleyebilirsiniz.

Aşı anlaşmasının şu an için sadece Faz III verileri en geride olan Sinovac ile yapıldığı açıklandı. (Söyleşi tarihinden (24.12.2020) sonra Pfizer-BioNTech ile anlaşıldığı da açıklandı.) Sizce bu veri eksikliğine rağmen niçin sadece Sinovac tercih edildi? Eğer altyapısal, ekonomik veya jeopolitik nedenler bu anlaşmaların altında yatan sebepler ise sağlık hakkı dâhilinde bunun yurttaşlarla paylaşılması gerekmez mi?

Ben vatandaşa açıklanması gerektiği kanısındayım fakat bu tercihin nedenini bilmiyorum doğrusu. Akılcı bir neden öne sürmekte de zorlanıyorum açıkçası. Konu ekonomik nedenlerse eğer Oxford-AstraZeneca aşısı diğer aşılardan ciddi anlamda daha uygun bir fiyata, doz başına yaklaşık 2-3 dolara denk geliyor. Fakat Türkiye’nin bu aşıyla şu ana kadar herhangi bir bağlantısı yok. Şu an için Faz III çalışmalarıyla alakalı elimizde herhangi bir veri olmayan bir aşıyla karşı karşıyayız. Bu konuda herhangi bir değerlendirme yapmak istemiyorum çünkü öyle görünüyor ki Türkiye’nin yakın bir vadede bu aşıdan başka da seçeneği görünmüyor. Bugün 3 milyon doz kadar aşının Türkiye’ye geleceği söyleniyor. Faz III çalışmalarının Brezilya’daki sonuçları ilk olarak 15 Aralık’ta açıklanacaktı, bu 23 Aralık’a ertelendi ve dün bir kez daha ertelendi; dendi ki sonuçlar Brezilya, Endonezya ve Türkiye çalışmaları ile hep birlikte açıklanacak. Dolayısıyla henüz Faz III çalışma sonuçları açıklanmamış, ne olacağını bilmediğimiz ve Türkiye’de yapılan Faz3 çalışmasına 60 yaşın üzerindeki gönüllülerin dâhil edilmediği bir inaktif aşıyla bağlantımız var. Doğrusu, birçok ülkenin yaptığı tek bir aşı yerine güvenilirliği ve etkinliği kanıtlanmış birden çok aşının kapsandığı bir aşılama planı olurdu. Fakat zannediyorum ki Bakanlığın bu konudaki beceriksizliği ve belki de kaynak bulma konusundaki sıkıntılar bizi bu noktada tek bir aşıya mahkûm etmiş gibi görünüyor. Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik darboğaz aşıya kaynak bulmak konusunda da sorun yaratmış olabilir. Bunu henüz kamuoyuna bir açıklama yapılmadığı için bilemiyoruz. 50 milyon doz aşıdan bahsediliyor fakat biz henüz bir doz için kaç para verileceği ve bunun hangi döviz kuru üzerinden verileceği gibi herhangi bir şey bilmiyoruz.

Dün Prof. Dr. Uğur Şahin’in ‘’Biz Türkiye için bir miktar aşı stokladık. Bana kalsa şimdiye çoktan bu aşıları gönderebilirdik fakat bakanlık bir türlü imzayı atmıyor.’’ diye bir açıklamasını hayretle okudum. Amerika’da dünyada COVİD’e karşı ilk olarak onaylanmış, seçilmiş ABD başkanının bile vurdurduğu bir aşının Türkiye’ye gelme şansı varken getirilemiyorsa, Bakanlık bunu getirmiyor veya getiremiyorsa bunun sağlık hakkı kavramı altında da incelenmesi gerekir.

 

Sağlık Bakanı Koca, en eski aşı üretim yöntemi Sinovac’a ait olduğundan bunun tercih edildiğini ve en güvenilir olanın bu olduğunu soyledi. Öte yandan örneğin Prof. Dr. Esin D. Şenol birden fazla aşıyla hareket etmenin daha faydalı olacağını ifade etti. Bu tarz söylemler halkta önümüzdeki dönemlerde tıp alanında önemli rol oynaması beklenen mRNA aşılarına karşı nasıl bir tutum oluşturur?

Maalesef bu noktada çok kötü bir risk iletişimi stratejisi uyguladılar. Güvenli, etkili ve kaliteli olduğu bilimsel olarak kanıtlanan her aşıya ihtiyacımız var.

 

Ayrıca 1 milyon doz (son bahsi geçen aşı dozu sayısı 30 milyon) da BioNTech-Pfizer aşısı getireceklerini söylediler. Bu aşıların kime yapılacağı, nasıl dağıtılacağı veya nereden alınacağı henüz söylenmedi. Siz nasıl bir süreç öngörüyorsunuz bu konuda?

Hangi aşının kime yapılacağı konusunda benim de bilgim yok. Fakat aşılamanın önceliklendirilmesi konusunda yapılan açıklama doğru bir açıklamadır. Yani sağlık çalışanları ve 65 yaş üzerine öncelik verilmesi doğru bir yaklaşımdır. Fakat ülkemizde Faz III çalışmalarına 60 yaşın üzerindekilerin dâhil edilmediği bir aşıyı 65 yaş üzerine nasıl güvenle uygulayacağız sorusunun Sağlık Bakanlığı tarafından yanıtlanması gerektiğini düşünüyorum.

 

Genel olarak aşılama programının Türkiye özelinde nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Çekirdek aile veya yalnız yaşayan Kuzey/Orta Avrupa ülkelerinin aşılama stratejisinin geniş aile şeklinde yaşayan Akdeniz ülkeleri mesela İspanya, İtalya, Türkiye gibi ülkelerden farklı olması gerekir mi? Türkiye için çalışma koşulları, yaş, risk grupları değerlendirildiğinde aşılama stratejisi nasıl olmalıdır?

Birincisi aşı bir insan hakkıdır. Ülkemizde 83.2 milyon yurttaş 4 milyon sığınmacı olduğunu düşünüp kabaca 90 milyon dediğimizde bizim 180 milyon doz aşıya ihtiyacımız var. Önce bunun altını çizelim. 18 yaşın altındakilere şu anda aşılama planlanmadığını düşünerek dışarıda bıraktığımızda dahi bizim geri kalan bütün yurttaşlarımıza ikişer doz olmak üzere yaklaşık 120 milyon doz aşı sağlamamız gerekiyor. Ancak şu anda Sağlık Bakanlığı’nın kaç milyon doz aşı sağlayabileceğine ilişkin bir belirsizlik var. Örneğin Aralık ayının sonuna dek 10 milyon aşı geleceği söylenirken, bu bugün itibariyle 3 milyon doz olarak belirtildi. Bu belirsizlikler içerisinde ister istemez yurttaşlarınızı önceliklendirmeniz gerekiyor. Yapmamız gereken şey bu durumda çok açık, önce sağlık çalışanları ve 65 yaş üzerinden başlayarak aşılamayı yürütmemiz gerekiyor.

Keşke bahsettiğiniz düzeyde önceliklendirme yapabilecek kadar elimizde kaç dozun olduğunu ve demografik bilgilere hâkim olduğumuz bir veri tabanımız olsa, fakat ben böyle bir verinin Sağlık Bakanlığı’nın da elinde olduğundan şüpheliyim doğrusu.

 

Dünya çapında aşı dağıtımı sizce nasıl yapılmalı? Öncelikli olarak güçlü ekonomiye sahip ülkelerin aşılanması ve düşük gelirli ülkelerin aşılanmasının 2023’e kadar sürecek olması aslında salgının tamamen bitirilmesini de uzatacaktır. Bu noktada sosyal haklar anlamında daha uygun olan küresel olarak risk gruplarını aşılama stratejisi bilimsel anlamda da sizce daha mantıklı mı?

Tabi bu dediğiniz daha mantıklı fakat siz, şirketlerin aşı üretip Dünya Ticaret Örgütü’nün TRIPS anlaşması ile her aşının 20 yıl patent hakkı dâhilinde koruma altında olduğu ve ancak parası olanın aşıya erişebileceği bir sistemi baştan kabul etmiş oluyorsunuz.

Şu anda geldiğimiz noktada, örneğin Kanada her vatandaşı başına 9 doz aşı satın almış durumda; fakat diğer tarafta dünyanın çok büyük bir kısmında orta ve düşük gelirli ülkelerin 2021 yılı içinde nüfuslarının sadece beşte birini aşılayabilecekleri öngörülüyor. Bu dediğimiz de sadece DSÖ’nün öncülük ettiği COVAX girişimi başarıya ulaşırsa mümkün olacak gibi görünüyor.

Aşı pandemiden çıkış için çok önemli bir araç, ancak eğer 7 milyar insanın 5 milyarını aşılayabilirsek. Bu da ancak aşının bir kamu malı olması felsefesinden geçiyor. Yani aşı eğer bir insan hakkıysa, kamu malı olarak tescil edilmeli ve çok düşük bedellerle güvence altına alınması gerekir.

Eğer işler yolunda gider ve biz 2021 senesinde 5 milyar insanı bağışık hale getirebilirsek 2022 senesinin bahar aylarının sonuna doğru pandemiyle alakalı ciddi bir rahatlama yaşayabiliriz. Bu ne kadar mümkün birlikte göreceğiz. Umutsuz cümleler kurmak istemesem de bu ne yazık ki çok mümkün görünmüyor.

 

Peki, bu hızlı açılma eğiliminin küresel ölçekte yoksullar açısından ölüm sayılarını misliyle arttırabileceğini söylemek doğru olur mu?

Varsıl ülkeler birdenbire açılır ve dünyadaki küresel kapitalist ilişkiler aynen olduğu gibi sürdürülürse dünyadaki yoksulların daha ağır bir hastalık yüküyle karşılaşma olasılığı var. Hak bağlamında hepimizin üzerinde daha çok tartışmamız gereken aşı pasaportu gibi şeyler konuşuluyor. Yani buna göre Almanya’da aşı olup bunu bir aşı pasaportuyla kayıt altına alan bir kişi dünyanın her yerine gidebilecek. Fakat bu gidilen yerde örneğin lokantada, alışveriş yerlerinde hizmet sunanlara da bir tür aşı pasaportu temin edilerek bu sistemi götürmenin hazırlığı var. Bu dünyanın yoksulları ve yoksunları arasında riskin iki açıdan daha da büyümesi anlamına gelecek.

Birincisi bu salgın varsıl insanlar için artık bir risk oluşturmuyor algısı ortaya çıkacak ve toplumsal hareketlilik arttıkça bu virüsün yoksullar arasında dolaşımı daha da yüksek olabilir ve bu çok önemli bir risktir.

İkincisi pandemiyle beraber gündeme gelen küresel ekonomik krizden yine toplumun en yoksul kesimleri etkileniyor. Bu aşamada beslenmeden barınmaya, el yıkamaktan maske ve sabun kullanımına birçok noktada sıkıntılar artarak devam edecek. Bunların hepsi birleştiğinde yoksul insanların olumsuz anlamda daha çok etkilenme ihtimali gerçekten var.

 

Türkiye’nin iktisadi ferahlığı açısından ekonomik anlamda kritik olan turizm sektörü çalışanlarının öncelikli olarak aşılanmasına dair bir argüman öne sürülürse buna nasıl bir tutum almak gerekir?

Aşı, risk grupları öncelikli bir planlamayla yapılmalıdır. Burada temel noktamızın, aşının temel bir insan hakkı olduğunu vurgulamak olduğunu düşünüyorum. Bizim parayı değil, hayatı önceleyen politikalara ve buna karar veren politikacılara ihtiyacımız var.

 

AIDS pandemisinde Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya zorunlu lisans uygulamaları ile belli ilaçları çok daha uygun fiyatlara mal edip vatandaşına tedavi için tedarik etmişti. Bir anlamda ‘benim ülkemde insanlar ölüyor’ deyip uluslararası ilaç tekellerini karşısına almıştı. Bu tarz zorunlu lisans uygulamaları sizce aşıda ve diğer ilaçlarda mümkün olur mu?

Brezilya’nın da içinde olduğu bir grubun HIV tedavisinde kullanılan ilaçların üretiminde biz patent falan tanımayız yaklaşımıyla 10-15 yıldır böyle bir mücadeleye giriştiği ve başarılı olduğu doğru. Aşı için böyle bir yöntemin kullanılmasının önünde bir engel yok.

Bu tamamen iktidar ilişkilerinde emekçi sınıfların nerede durduğuyla ilişkili. İlaç meselesinde bir şirketin, pandemiyi fırsata çevirmek dururken bunu halkların yararına sunması gibi bir yaklaşım pek mümkün değil. Teknik anlamda aşılar ve ilaçlar için tersine mühendislik ile ilaç ve aşıyı patentten kurtarmak bunu göze alan birileri olduğu takdirde mümkün.

Oxford-AstraZeneca aşısını diğer aşılardan ayıran temel bir özellik var. Oxford Üniversitesi ilaç firması AstraZeneca ile aşı üretimine girişirken bu ürünün insanlık yararına kullanılacağı ve pandemi bitene kadar kar maksimizasyonuna araç edilemeyeceğine dair bir anlaşma imzaladı ve bunu da kamuoyuna açıkladı. Diğer aşılar bir dozu için 20-30 dolar gibi bir ücret talep ederken, Oxford-AstraZeneca aşısı için bunun onda biri kadar bir tutar istenmesi rastlantı değil.

 

COVAX gibi aygıtlar aracılığıyla belli anlamlarda devletler buna teşvik edilebilirken yine de DSÖ’nün herhangi bir yaptırım gücü olmadığını görüyoruz. Gelecekte buna dair neler yapilabilir?

Birincisi en başta aşıyı kamu enstitüleri aracılığıyla yani şirketler yerine kamu konsorsiyumları aracılığıyla üretip özel sektörden kurtarmamız gerekir. Avrupa Birliği mesela bu noktada başat bir rol oynayabilir. Bir aşının Ar-Ge, üretim ve faz çalışmalarının kamunun elinde olması gerekir. Başka türlü bunu kamusal bir ürün biçimine dönüştüremeyiz ve dünyanın her tarafına kolaylıkla sunamayız.

Örnek vermek gerekirse sıtma 1 milyardan fazla insanın sorunu fakat Batı’nın sorunu değil. Bu sebeple sıtmaya karşı senelerdir gerçekten etkili bir aşı üretilmiş değil. Öte yandan ‘pnömokok pnömonisi’ yani bakteriyel zatürre çok daha az insanın sorunu fakat Batı’nın da sorunu. Bu sebeple buna karşı çok etkili aşılar üretildi; çünkü dediğim gibi bu Batı’nın da sorunuydu. Burada yapmamız gereken şey hiç olmazsa küresel kapitalizmin üretim ilişkiler ağından aşıyı kurtarmak.